10 Ağustos 2013 Cumartesi

4S Kuralı - Seni Seveni, Sen de Sev

Azrail'in ziyaretlerine karşı duyduğum nefret ve öfkenin, kendi canım için korkulara dönüştüğü bugünlerde izlediğim bir dizide kanser hastası eşinin davranışlarındaki değişimi fark eden ve hayalkırıklığı yaşayan karakterlerle karşılaştım. Yaşadıkları hayalkırıklığı hasta kişinin, kendini onlardan soyutlamak isteğine anlam veremeyişleri nedeniyleydi. Oysa düşününce oldukça naif bir istek gözüme çarpıyor. Elinden birşey gelmeyen insan yığınına bu süreçte acı çektirmektense, onların hayatından normal bir şekilde çıkıp, öylece hatırlanmak istiyorlar. Hastalıkla olan hesaplaşmayı kendi dertleri, kendi savaşları olarak görüp, kimsenin Tanrı'yla olan inatlaşmalarına veya Tanrı'ya sitemle karışık teslimiyetlerine karışmasını istemiyorlar.
Herşey gibi bu konuda da bıçağın iki yüzü var. Değişkeni bol olan bu denklemde benim şu durumda önemsediğim değişken yanında insan olmasını isteyenler ile ilgili kısım... Tabii ki konuyu irdelerken tamamen kendi bakış açımla, kendi durumumla kuracağım bağın üzerinden gideceğim.
    Canını emanet edebileceği hissini sağlayan birileri olması önemli bir ihtiyaç insan için çoğu zaman farkında olmasa da... Hiçbir aile bağı olmayan, insanlara olan güveni hiçbir dostuna tam olarak güvenmeyecek derecede yıkılmış biri ne yapar böyle bir anda? Eşi/sevgilisi yoksa, dostları varla yok arasıysa, ailesi zaten hayatta değilse herhangi bir hastalık halinde ne hale gelir psikolojileri? Sanırım öyle bir durum insanın, tüm yukarıda bahsi geçen örnek kişilerin sergilediği naiflikten uzaklaşarak tam bir bencilliğe bürünür ve yoldaş arar insan kendine. Belki o dizilerdeki örnek karakterler için de yaratılan naifliğin etken maddesi budur; aslında isterlerse birinin onlara seve seve destek olacağına duyulan güven. 
    Bu nedenle belki çocukça gelecek ama "Seni Seveni, Sen de Sev" ey insanoğlu. Tek başına ayakta durabilmek güzel olsa da, ayağı kaydığında el uzatacak en az bir insanın varlığını bilmek daha güzel. 

8 Ağustos 2013 Perşembe

Özlenen Heyecan

    Aylar var ki kendini bilmez bir duygusuzluğa gömülmüşlük hakimdi bünyeye. Değişecek ruh halini, damarlara dolacak adrenalini hevesle bekleyen bir benlik vardı bir yanda, diğer yanda ise bu heyecanın yol açabileceği sorunları bildiğinden risk almak istemeyen bencilliğe yenilmiş ruh hali. Benim pek etkili varlık gösteremediğim sürecin galibi adrenalin meraklısı benliğim oldu bugünlerde.
    Epey uzun bir süredir, kendisini beklediğim heyecanın damarlarıma karışmasıyla kendimi bir açmazda buldum yine. Özlediğim, yolunu gözlediğim doğru ama yine bilindik hikayenin yaşanması, tüm kanın vücudumdan çekilmesi, benliğin tamamen karanlık bir havuzda boğulması gibi olasılıkların gün yüzüne çıkmasıyla bir an duraksayıp, korkularımla yüzleştim. Belki bir daha bu heyecanın beni ziyaret etmeyeceğine olan geçmiş inançlarımın da etkisiyle, bir boşvermişlik haline girdim, ne kadar kötü olursa olsun, bu heyecanın tadını çıkartmak istediğimi fark ettim.
    Tüm bu sürecin başında, yaptığım birkaç hatanın bu adrenalin pompasına zarar vermemesini umarak, keyif, mutluluk, huzur atmosferinde kısa hasta nefesler almak yerine, derin sağlam nefesler almama yol açmasını istiyorum bu heyecanın. Çünkü özlemişim kendisini, yıllardır verdiği tüm ağrılara rağmen güzel bir eşlikçiydi hayatıma. Hoşdöndün sevgili adrenalinim...