29 Aralık 2012 Cumartesi

Biliyorum Sana Giden Yollar Kapalı


Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni

Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi

Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini

Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
Ben artık adam olmam bu derde düşeli

Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki

Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği

Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
Hangi şarkıyı duysam, bizimçin söylenmiş sanki

Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini

Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri

Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
Bu böyle pek de kolay değil gerçi…

Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki

Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki

İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:

Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri...


Cemal SÜREYA

24 Aralık 2012 Pazartesi

Simone de Beauvoir'den Algren'ine


...

Üzgün de değilim sanırım. Daha çok şaşkınlık içindeyim, kendimden çok uzakta, senin bu kadar uzak ve aynı zamanda bu kadar yakın olabildiğine şaşırdım. Ayrılmadan önce sana iki şey söylemek istedim, bundan sonra da konuşmayacağım bununla ilgili, söz veriyorum. Birincisi; seni bir gün yine görmeyi çok umut ediyorum, çok istiyor ve buna ihtiyaç duyuyorum. Ancak şunu unutma lütfen, seni görmeyi hiçbir zaman istemeyeceğim senden- bu gururdan değil, ki zaten sana karşı gurursuzum biliyorsun, ancak sen istersen buluşmamız gerçekleşebilir. Yani, bekleyeceğim. Sen dilersen, söylemen yeterli. Aşkını kaybettim belki ama seni kaybetmek istemiyorum. Nasıl olduysa, bana o kadar çok şey kattın ki, bunların geri alınması mümkün değil. Şefkatin ve arkadaşlığın benim için öyle değerliydi ki hala mutlu ve minnettar hissediyorum bunun için. Bunu söylemek beni utandırıyor ama; seni, beni artık eskisi gibi istemeyen kollarına atıldığım anda ne kadar çok seviyorsam, hala öyle seviyorum.Ancak bu senin üzerinde herhangi bir baskı yaratmasın canım, hiçbir zaman bir görev bilinciyle mektuplar yazma bana. Sadece canın istediğinde yaz ve beni mutlu ettiğini bil.

Neyse, kelimeler aptalca geliyor. Bana çok yakın, çok yakın duruyordun, sana yaklaşmama izin ver. Ve lütfen, eski zamanlarda olduğu gibi, bana kalbimi geri ver.

Senin Simone'un

4 Aralık 2012 Salı

Arayış

   Bir omuz... Bir insanın tek ihtiyacının bu olması ne acıdır, nasıl acıtır, bilir misiniz? Merak etmeyin, hiç de iyi bir şey değil. Kalabalıkların içinde, milyonların arasına karışmış yaşamınızda, bir an gelir ve tek ihtiyacınız ön yargısız, eleştirmeyen, dinleyen, destek olan, düştüğünüz yerden sizi usulca kaldıran bir omuz olur ve bulamazsınız. Şu zamana dek güvendiğiniz bir çok omuz ya çürük çıkmıştır ya da şu an hala güveniyor olduklarınız o esnada uygun değildir.
   Hayatımda şu zamana dek başımı omzuna dayayıp güç aldığım, ağlayabildiğim insan sayısı inanın çok değildir. Bundan sonra da sayısında pek artış beklemiyorum açıkçası. 3 kadın, 5 erkeklerdi güvendiklerim. Son durumu rassal bir sırayla özetleyeyim:
1- Araya mesafelerin ve kırıcı bir sürü sözün girdiği, eleştirinin ve bazen küçümsemenin, anlayışsızlığın baş gösterdiği 10 yıldır hayatımda olan bir kadın... Artık kara gün dostluğundan, alışkanlık dostluğuna dönüşmüş galiba ilişkimiz...
2- 3 sene önce aşık olduğumu sandığım, çok güvendiğim ama hayata bakış açılarımız çok farklı olduğu için uzaklaştığımız, ancak zamanında omzunu çokça gözyaşlarımla ıslattığım bir adam... Konuşacak ortak bir hayatımız kalmadı, ortak fikirler yok bizi bağlayacak, hayatın akışında koptuk gittik bir şekilde...
3- Üniversiteye gelip abim olabilecek olmasına rağmen kardeşim gördüğüm bir erkek vardı, mesafeler girdi, kendi hayatlarımıza dalıp ihmal ettik birbirimizi, şimdiyse yalnızca hal hatır sormalık kaldık bir şekilde. Çok zor zamanlarda el verdiysek de birbirimize, yetmedi bugüne taşımaya bu dostluğu da...
4- 4 senelik inanılmaz bir samimiyete güvenip, ilişkimizi bir üst seviyeye taşıdık, ev arkadaşı olduk. İşler yolunda gitmedi, bir omuz daha yitip gitti...
5- İlkokula başladığımda anaokulunun etkisiyle hiç ağlamamıştım ailemden ayrılınca, bir de ilk günden itibaren öyle sevdim ki öğretmenimi, okul bitiyor diye her yaz ağlar olmuştum. 23 yaşındayım, hala hayatımın erkekleri kategorisindedir. Kucağına oturup, başımı omuzuna dayayıp ağlamanın verdiği huzuru bir daha hiç yaşamadım. Elbette şu anda aynı ilde bile olmadığım öğretmenimi arayabilecek değilim...
6- Dayımın nereden tanıştığını bile bilmediğim Barış abim... Çocuk aklımla evlenmeyi isteyecek kadar çok sevdiğim, kıymet verdiğim, ailemden daha önce gelen, ailemden bazı insanlardan daha çok beni önemseyen bir insan. Şu anda Mısır'da olduğu için yılda birkaç kez haberleşebildiğim, çocuklarının fotolarını gördükçe, özlemle dolan gözlerimden akan yaşları tutamadığım bir adam...
7- Üniversitenin bana kattığı mükemmel bir arkadaş, dost var hala zamanın veya mesafelerin henüz benden koparmadığı... Onunla ise hayatlarımızın yoğunluğunda yan yana gelmemiz çok zor oluyor, bir de tabi sesi biraz daha anlayışlı olmasına rağmen, gözümde onu yerleştirdiğim yer mantığın sesi olduğu için yanında ağlamayı çok sık beceremediğim bir kadın...
8- Bana aşkı tattırdığını düşündüğüm, ömrümde hiçbir insana duymadığım güveni duyup, omzunda aynı anda hem gülüp, hem ağladığım, her sırrımı, en büyük acılarımı paylaşıp kendimi emanet ettiğim bir adam... Şimdi görüşmediğim, görüşmek de istemediğim...

   Sonuç; dostları, arkadaşları bolca olan, ama bir omuzda ağlamaya ihtiyaç duyarken, değil omuz bulmak insanların yanında yüzüne mutluluk maskesi yerleştiren, içinde bir yerlerde depresyonun dibine vurmuş (hatta bazı çok dikkatli gözlemciler tarafından nasıl oluyorsa anlaşılabilen) bir çaresiz kadın... Daha fazla dik duramayan, destek de bulamayan, sevdiklerine gidip ilgi dilenmeyi de reddeden üstelik... Anlaşılmayı bekleyen doğru insanlar tarafından, gelmeyecek bir omuzu bekleyen inatla... Acı ama gerçek, önemsediği bir sürü insan varken, önemsenmeyen, umursanmayan, "çevresi oldukça geniş bir arkadaş yelpazesiyle kaplı ama bir o kadar da kalabalığın içinde yalnız kalmış biri" olmaya mahkum bir kadınım...

2 Aralık 2012 Pazar

Yüzyıllık Yalnızlık'tan


Birisi, kabuk tutmuş yaralarımızı okşamaya başladığında, cırt diye açılıveriyor ve oluk oluk kanama başlıyor yeniden. Birine teslim olduğumuzda ve içimizi döktüğümüzde, bedenimiz ve ruhumuz kan içinde kalıveriyor. O yüzden değil mi, içimizi tutmalarımız, birine teslim olmaktan korkmalarımız, ortalıkta tedirgin ve gergin dolanmalarımız?

-Anlatsam mı, anlatmasam mı?
Kararsızlığımız?

-Bu sevgi beni acıtır mı?
Kuşkularımız?

Her zaman seni üzecek birileri olacaktır. Tek yapmamız gereken; sevginin bize vadettiklerine güvenmeyi sürdürmek, ama kime ikinci defa güveneceğimizi de iyi seçmek.


Gabriel Garcia MARQUEZ - Yüzyıllık Yalnızlık

30 Kasım 2012 Cuma

Ölümcül Duyarsızlık


   Çok zamandır aklımı epey kurcalardı ölüm denen illet. Son zamanlarda bu konuda gerek konuşmamak, gerek (çok şükür) yakın çevremden birini kaybetmemiş olmak veya arkadaşlarımın da bir yakınlarını kaybetmiyor oluşu sanırım bir süredir engellemişti beni bu konudan. Bugün ofiste bulunmadığım bir dakika içerisinde sevdiğim bir arkadaşın, kuzeninin vefat haberi gelmiş tüm kat sakinlerinin kulağına. Bana ağlayanın kim olduğu sorulduğunda öğrendim ben de yaşanan hadiseyi. Durdum ve hiçbir şey demedim. Üzüldüm sadece bir an. Oldum olası yakını kaybeden birine ne diyeceğimi bilemezdim aslında, çünkü biliyorum ağzımdan çıkan hiçbir söz, karşımdaki insan için teselli veya güzel gelmeyecek, ya anlayışsız olacağım, ya da pollyanna.

   İşin daha kötüsü bu kez beynim "Ne var ki bunda? İnsanlar doğar, insanlar ölür." diye bir mesaj yolladı bir an bilincime. İşte o an kendime kızmakla acımak arasında bir noktaya gittim. Mezarlık yanından geçerken bile içi acıyan, filmlerde sevdiği karakter ölünce ağlayan, ama kendi babasının cenazesine gitmemiş, babası, dedesi, babaannesi ölünce ağlamamış bir insan olmaktan bir kez daha utandım. Bu duyarsızlık kendi gerçeğimden kaçışın bir simgesi miydi o an? Yoksa sadece ölümün hayatın gerçeği olduğunu mu kabul etmekti? İkincisi olduğunu hiç sanmıyorum nedense. Bağ kuramamışlıktı belki beni ağlamaz,duygusuz kılan zamanında, ama bu durum değil ölmesi, kılına zarar geldiğini bilsem ağlayacağım birkaç insan olduğunu değiştirmiyor...
   Belki ölüme duyarsızım, belki de insanlara, bilemiyorum. Belki hayata dönmemin yolu, o yıllardır kaçındığım, korktuğum mezarlığa girmekten geçiyordur. Belki de arkadaşımın kuzeninde olduğu gibi, genç yaşımda da ölebileceğimi kendime bir kez daha hatırlatıp, sevgilerimi söylemektir kurtuluşum. Aklıma bunu her düşündüğümde Behçet Necatigil'in 'Sevgilerde' şiiri geliyor:


Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı.

   Çirkindir gerçekten dar vakitlerde sevgileri söylemek, ama ebediyete göç vakti geldiğinde sevdiğinizin, söylemediklerinizin yol açacağı can acısı, emin olun daha çirkindir. Geride kalanın sevildiğini bilmemesi de keza hoş değildir, hep merak içindedir ne kadar sevildim, sevildim mi diye... Babasıyla neredeyse anısı olmayan ve sevildiğini hiç bilmeyen bir ilk göz ağrısı olarak eminim bundan.

   Siz, siz olun, bırakın bilsin karşınızdaki değer verdiğinizi, en fazla gururunuza ufacık bir çentik yersiniz, içinizdeki keşkeleri süpürmenin o çentikten daha önemli olduğunu ilerde göreceksinizdir eminim. Bazen açık kelimelerle söylemeseniz bile, belli edin en azından onu düşündüğünüzü anlatan vurgularla, ona inandığınızı anlatan güven dolu sözlerle. Elbette karşınızdakinin bu cümleleri açıkça duyması kadar etkili olmaz çünkü her zaman imalarınızın karşınızda tam olarak kastettiğiniz anlamı oluşturup oluşturmadığını bilemezsiniz, ama en azından denemiş olursunuz...

27 Kasım 2012 Salı

Yılların Eskitemediği Bir Yazı...

"O’nun ilk aşkı olmayabilirsin, son aşkı da; hatta bir tanesi de. Daha önce aşık oldu, tekrar olabilir. Ama şu an seni seviyorsa daha ne olabilir ki? Tıpkı senin gibi, o da mükemmel değil ve ikiniz birlikte asla mükemmel olamayabilirsiniz. Ama şayet o seni güldürebiliyorsa, iki kez düşündürebiliyorsa -kabul edersin ki; insanlar hata yaparlar- onu seninle tutmaya çalış ve ona verebileceğin herşeyi ver. Seni günün her anında düşünmüyor olabilir ama sana kırabileceğini bildiği bir parçasını verecektir, kalbini. Yaralama onu, değiştirmeye çalışma, çözümlemeye kalkma ve verebileceğinden fazlasını bekleme. Seni mutlu ettiğinde gülümse, kızdırdığında fark etmesini sağla ve yokken özlediğini bil..."

-Bob Marley

25 Kasım 2012 Pazar

Hayata Anlam Katan Bir Adam

   Biraz geç kaleme alınan bir yazı bu, bir de yazılan kişi bunu muhtemelen asla okumayacak. Yine de söylemeli insan sevgilerini, değerlerini ki; sevildiğini bilmenin verdiği mutluluğa, huzura, doygunluğa ulaştırsın karşısındakini...
   Öyle bir adam oldu ki hayatımda, hiç bir şey beklemeden, en değerli hazinesini sundu bana: zamanını. Bu yüzdendir ki, her aklıma düştüğünde minnetle anarım kendisini. Rüyalarıma girdi kimi zaman nemli gözlerle yataktan sıçratarak... Bir kere el kaldırdı yalnızca, ki onda da ben kaşınmıştım zaten. Ayrı kalması üzdü, ulaşmaya çalışmanın verdiği stres eritti... Çok zaman sonra tekrar karşısında belirdiğimdeyse, hissettiğim hüzün elle tutulacak cinstendi.
   "Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum" cümlesine Hz.Ali'nin, ekleyebileceğim bir sürü şey var, ama kısaca sırf ben değil, dayım, dedem, ananem birleşip 40 yıl köle olsak, yine de hakkını ödeyemeyiz sevgili ilkokul öğretmenimin. Hani bazı insanlar vardır, hayatınıza sadece güzellikler katmak için girdiklerini hissedersiniz, benim ilkokul öğretmenim o adamlardan biriydi benim için. En kötü günüm olduğunu bile bilmediğim bir günde, elini sıkı sıkı tutmuş, sonraki 3,5 sene boyunca da, sol elinin küçük parmağını teneffüslerde bile rahat bırakmamıştım. "Kızım" demişti bana bir kez, belki öz babam söyleseydi bile bu kadar anlamlı olmazdı benim için o söz, sırf bu yüzden evden kaçıp onun evine eşyalarımı taşımayı düşündürdü benim çocuk aklıma..
   Yazmayı öğretti, okumayı aşka dönüştürdü. Sahneye çıkartıp roller verdi, hep yaşlı nineydim ama biliyordu ki ruhum da daha çocukken bile aslında yaşlanmıştı hızlıca hayatın birkaç oyunundan sonra... Matematik kafam olduğunu keşfedip, beni daha da iyi yapmaya ilk çabalayan o'ydu. İlk şiirimi de o yazdırdı, yıllar sonra kendine yazılacak şiirden habersizce üstelik... Beni dershanelere gönderen, sınavlara sokan, birinci olduğumda tebrik eden, bilgi yarışmalarında okul temsiline gönderip, başarısız olup onu utandırdığımı düşündüğümde bile gözyaşlarıma kucak açan o'ydu. İlk güvendiğim erkekti, son güvendiğim erkeği bile anlatabildiğim erkek oldu.
   Daha 1 ay bile olmadı ama yine özledim onu. Hele bir de dün öğretmenler günü olunca ve insan ilkokul arkadaşıyla buluşunca, kaçınılmaz oluyor özlem... Hücreleriniz sayıklamaya başlıyor bir anda çılgınca.... "Çok yaşa!" diyorsunuz böylesi sevdiğiniz o insana, "Çok yaşa Zeki Çelik" ve izin ver de "Ben de göreyim..."

18 Kasım 2012 Pazar

Hasret

Sabah olmayı bilmez yokluğunda geceler
Gönül sevişine hasret
Dilim adını söylemekten yorgun
Gözlerim bakışına hasret
Arar dururum sesini,nefesini her yerde
Kulaklarım selamına hasret
Mutlu olduğunu bilsem de uzaklarda
Ruhum yanında mutsuzluğa bile hasret

18.11.2012    05.00
Ceyda TOPUZ

Hani gecenin bir saati uyanıverirsiniz ansızın, aklınızda tek bir kelime yankılanmaktadır sıçrayarak uyandığınız uykudan yadigar... Bu gece öylesi bir geceydi benim için...

12 Kasım 2012 Pazartesi

Self-construction

Geçen hafta çok kızdım kendime bir sürü farklı nedenle, en başta da nasıl olup da kendimi bu kadar ihmal edebildiğime... Hayallerimden uzaklaştım, kendime yabancılaştım, kendimi tanıyamaz, tanınamaz oldum. Durdum bir an ve düşündüm, hayatımın devam etmesini istiyorsam, ben bu halde kendimi sever miyim diye sormalıydım kendime ve aldığım cevap beni tatmin etmedi. Ben de hayatımda böylesi negatif birini istemezdim yanımda. Şu an kimsenin beni istemesinde gözüm yoksa da, bu gidişle istediğim zaman geldiğinde olamayacak da kimse. Bir pause tuşuna bastığımı fark ettim hayatımda ve kaldığım noktayı bulup devam etmek üzere sözleştim kendimle, derdim içimi kemirse de, ben bu derdi kimseyle paylaşamasam da... Çünkü biliyorum ki, hangi çukura ne şekilde düşersem düşeyim, yine tırnaklarımla kazıyarak, avuçlarımı kanatarak, dizlerimi yırtarak tek başıma çıkmak zorundayım. Hayatımın bir sürü evresinde yaptığım şekilde... Hatta insanlara neden güvenmekte zorlandığımı hatırladım bu vesileyle, acıyla.

En başında sorumluluklarımı daha fazla esnetmeden, yapılması gerekeni yapılması gereken yer ve zamanda bitirip, omzumdaki yükten kurtulmak konusunda daha kararlı ve istikrarlı bir duruş sergilemeliydim. Her ne kadar geçtiğimiz aylara göre çok daha yoğun bir şekilde aileme karşı olan asıl sorumluluğuma odaklanmışsam da, gelen mezuniyet hediyeleri vb artık bu dönemin hayatımda ciddi bir dönemeç olduğunu çarptı yüzüme. Bir basamağı atlamalıydım ki, öğrenmeye başladığım yabancı dili de daha baskın bir şekilde ilerleterek, hayalini kurduğuım şirketin kapısından içeri adımımı atabileyim. Kendi çabalarımla öğrenmeye başladığım dile, atlatmam gereken sınavlar bitene dek ara verdim ki tam anlamıyla odaklanabilip, en azından en alt seviyeden başlamak zorunda olmayayım seneye gideceğim kursta. Konserlere, alkole biraz ara vereyim ki, ehliyete bir an evvel kavuşayım ve bir de üstüne pasaportu da alarak karakoldaki işlemlerden yırtayım :) . Üniversitenin bana kattığı dostlara daha bir özen göstermeliyim, hem geri kazandığım bazı dostlar için, hem de temellerini yeni attıklarım için bir daha asla sınırsız güvenmeyeceksem de...


Elbette daha gencim ve düşlediğim herşeyi yapacak çok zamanım olacak önümde, ancak hayata sırf bir büyük acı yüzünden ara vermiş olmak istemiyorum. Üstelik bu acının tüm yıpranımını tek kişinin yaşıyor olması daha da incitici...
Hak ettiğim daha iyi yaşamı, evde oturup kafamı, beni üzenlere odaklamak yerine, beni mutlu edebilecek, beni geliştirebilecek eylemlere odaklayarak kendimden mutlu olmanın yolunu bulmak daha doğru bir yol olacaktır, eminim. Üstelik kendilerine fırsatlar yaratan ya da fırsat bulup biraz da çevresinin müdahaleleriyle (ki açıkçası her çeşit desteğimi esirgemediğim, kişilerin en az kendisi kadar yakaladıkları fırsatları kullanabilmeleri için uğraştığım insanlar oldu ve şu an o fırsatların keyfini sürüyorlar) bir şekilde hayatlarını benden daha keyifli yaşayan insanlardan daha az hakediyor değilim, yıllardır hayatımda ayakta durmak için gösterdiğim çabalarla. Zaman hakkımı isteme zamanı, bunun için de hak ettiğimi en başta kendime ve sonra çevreme kanıtlama zamanı...

Durum için güzel bir şarkı ekleyeyim size, House MD dizisinden, Christina Aguilera'nın muhteşem yorumundan Beautiful. Özellikle "We are the song inside the tune/Full of beautiful mistakes" dedikçe kalbime bıçak saplamaktadır.



8 Kasım 2012 Perşembe

Bakmak vs. Görmek

   Bakmak aramak, görmek ise bulmak gibidir çoğu zaman. Gördükleriniz, bakışlarınızın seçtiği gerçekliklerden bilincinize atabildiklerinizdir. Bazen tek bir kelimedir aradığınız yüzlerce kelimelik metinlerin içerisinde ve görürsünüz de kelimenizi ama başını sonunu bilinçle görmeden, yalnızca bakarak. Cımbızlamanızı sağlar bir nevi, işinize yarayacağını sandığınızı şeylere bakmak. Gördükleriniz hep daha azdır baktıklarınızdan, ama hiç mi hiç takılmazsınız buna, sallar geçersiniz..
   Aradığınızı bulmak için, günlerce haftalarca didik didik edersiniz, incik cincik edersiniz aradığınız yerleri... Gördüğünüz bazen bir seraptır, ama kimse ilk bakışta serabı tanıyamaz ya, siz de tanıyamazsınız. Doğru olduğuna inanıp inanmama kararsızlığı yaşarsınız... Biraz şekli bozulmuş bir cismi, kendi kafanıza göre yontarsınız, o çılgınca bulma telaşıyla. Yıkıp, dökersiniz ortalığı, bilerek ve isteyerek. Rutine bağlasa bile aramanız, sizin için o tek seferlik, tek bir eylem oluverir, günler boyunca ısrarla aradım demek yerine aradım dersiniz sanki tüm o günleri yok sayarcasına. Siz ister sayın, ister saymayın, bir an açıp baktım, gördüm ve kapattım bile deseniz, geçen takvim yaprakları gerçektir, sizin diliniz söylemeye varmasa da, her gününüzü o şeyleri aramakla geçirdiğiniz gerçeği değişmez.
   Bulduğunuzda bile sonu gelmez, rutininiz olmuştur artık. Çok bakmış, gördüğünüzü sanmış, ama asla gerçekliğe ulaşamamışsınızdır, tıpkı Titanic buzdağına çarpmadan önce nasıl gerçek boyutu görülmemiş, sadece sezilmişse, yarattığınız dağınıklığın su yüzündeki kısmı işte öyle yanıltıcıdır. Ya denizin dibini boylarsınız ve ölüme mahkum edersiniz birçok masumu göremedikleriniz, doğru bakamadıklarınız yüzünden; ya da şanslı bir şekilde sağ çıkarsınız bu arbededen, ama yitik, mahzun, boynu bükük...
   Gerçekçi olmayı bilmek lazım işte böyle bişeylere bakarken. Hayatın bir film şeridi gibi gözünün önünden çıkarken de bakmak değil, görmelisiniz hatalarınızı siz de. Sadece görmek yetmek, kendinize ve çevrenize karşı dürüst olup yeri geldiğinde hatalarınız için özür dilemelisiniz bir de. Ben daha film şeridimi görmedim ama hatalarımı görmeye başladım yalnızca bakmanın ötesine geçebilip, çoğunu da itiraf ettim kendime. İnsanlara? Doğru yer ve doğru zamanı bekliyorum genelde. Aylar süren bir küslüğe son verdim mesela daha iki gün önce, eski bir dostla kucaklaştım doyasıya. Gaza gelip de 4 senelik dostluğa sırt çevirmiş olmanın acısı hiç dinmemişken, bu sarılış iyi geldi. Konuşabileceğim, dinlenebileceğim ve yaptıklarım, düşündüklerim için eleştirilmeyeceğim bir dostun dönüşüne şenlikler yarattım kafamda, yarın bir kahveyle kutlamalar gerçeğe dönecek. Dostluğa ara vermişiz gibi düşün dedi dönüş cümlesi olarak, böyle bir barışma cümlesine nasıl hayır denebilir ki, hele ki böylesi ihtiyaç anında...

7 Kasım 2012 Çarşamba

Bir Gün Anlarsın


Uykuların kaçar geceleri, bir türlü sabah olmayı bilmez.
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya,
Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında
Ne çarşaf halden anlar ne yastık.
Girmez pencerelerden beklediğin o aydınlık.
Onun unutamadığın hayali,
Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine.
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu.
Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin.
Gün gelir de sesini bir kerecik duyabilmek için,
Vurursun başını soğuk taş duvarlara.
Büyür gitgide incinmişliğin kırılmışlığın.
Duyarsın,
Ta derinden acısını, çaresiz kalmışlığın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin.
Niçin yaratıldığını.
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini.
Uzun uzun seyredersin aynalarda güzelliğini.
Boşuna geçip giden günlerine yanarsın.
Dolar gözlerin, için burkulur.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların.
Sevilen gözlerin erişilmezliğini.
O hiç beklenmeyen saat geldi mi?
Düşer saçların önüne, ama bembeyaz.
Uzanır, gökyüzüne ellerin.
Ama çaresiz,
Ama yorgun,
Ama bitkin.
Bir zaman geçmiş günlerin hayaline dalarsın.
Sonra dizilir birbiri ardına gerçekler, acı.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın hayal kurmayı;
Beklemeyi, ümit etmeyi.
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi.
Lanet edersin yaşadığına...
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın.
O zaman bir çiçek büyür kabrimde, kendiliğinden.
Seni sevdiğimi işte o gün anlarsın.


 Ümit Yaşar OĞUZCAN

 *Bugün Ümit Yaşar Oğuzcan günü ilan etmiştim sabahtan, neden bilmem aklıma ilk bu şiirini okumak düşmüştü. Tekrar hatırladım neden sevdiğimi bu şairi... Beni bana anlatıyor adam resmen..

5 Kasım 2012 Pazartesi

Çok Sevmek


Bizi kandıran o şarkılar, o mavi gece
O sıcaklığı beyaz ellerin, o ilk bakış
Sebepsizliğin sebep olduğu şafak vakti
O çok sevmek gecelerde o çaresiz aldanış.
Uzayan saçlar, alnında avuçlarımızın
İşte o, insanın bir yerde, aşka boyun eğmesi
Kırılmak, bölünmek, o hep bütünlenmek
O çok sevmek, tenin bir başka tene değmesi.
Yanmak mı o eski çağlarda yanmak
Kül olup savrulmak rüzgara karşı
İlk kesilmişliği mağrur ellerimizin
O çok sevmek, kanımızın o ilk akışı.
İşte pınarlar, testiler, ırmaklar, çeşmeler
Kanlı avuçlarla içmek aşkı kanmadan
O kıyılarımızdaki denizin ilk coşkunluğu
O çok sevmek büyütmek onu hep, orada o zaman

Kazımak ulu ağaç gövdelerine adımızı
Yazmak her şeyi bir bir kumların üstüne
O her işkenceye mahkum olmuşluğumuz
O çok sevmek, daha çok sevmek günden güne.

Öyle delicesine, öyle korkunç, öyle çılgın
O çok sevmek o yanardağ, o ateş, o yangın...


 Ümit Yaşar OĞUZCAN

Deli Olmak İşten Değil


Düşüncem var, dağlar kadar
Deli olmak işten değil
Bende kış, alemde bahar
Deli olmak işten değil

İşiten yok, ağla bağır
Tanrı dilsiz, alem sağır
Düşünceler öyle ağır
Deli olmak işten değil

Arzu, o bitmeyen yarış
Kara toprak sona varış
Ömür dediğin bir karış
Deli olmak işten değil

Sonsuzluğa giden gemi
Sürükler de düşüncemi
Vehim sarar her gecemi
Deli olmak işten değil

Karanlık mal oldu bana
Gerçek hayal oldu bana
Dostlar! bir hal oldu bana
Deli olmak işten değil.


 Ümit Yaşar OĞUZCAN

4 Kasım 2012 Pazar

Hayatı Iskalama Lüksün Yok - Mehmet Coşkundeniz


Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.

Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan “Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?” diye bir soruyla bile karşılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.

Sen, “Ama senin için şunu yaptım” derken o, “şunu yapmadın” diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. “Peki o ne yaptı” deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.

Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. “Acılara tutunarak” yaşamayı Öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki…. Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası….

Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir. Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yaşadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini…

MEHMET COŞKUNDENİZ

24 Ekim 2012 Çarşamba

Ben Seni Sevdim Mi?


Ben seni sevdim mi? Sevdim, kime ne
Tuttum, ta içime oturttum seni
Aldım, okşadım saçlarını, öptüm
İçtim yudum yudum güzelliğini

Ben seni sevdim mi? Sevdim elbette
Bendeydi özlemlerin en korkuncu
Çıldırırdım sen ne kadar uzaksan,
Aşk değil, hiç doymayan bir şeydi bu

Ben seni sevdim mi? Sevdim doğrusu
Sevdikçe tamamlandım, bütünlendim
Biri vardı ağlayan gecelerce
Biri vardı sana tutkun; o bendim

Ben seni sevdim mi? Sevdim en büyük
En solmayan güller açtı içimde
Ömrümü değerli kılan bir şeydin
Sen benim bozbulanık gençliğimde

Ben seni sevdim mi? Sevdim, öyle ya
Bir çizgiye vardım seninle beraber
Ve bir gün orada yitirdim seni
Ben seni sevdim mi? Sevdim, ya sen beni

Ümit Yaşar OĞUZCAN

17 Ekim 2012 Çarşamba

Sarmak, Sarmalanmak, Sarılmak...

Sarılmak... Ne kadar basit bir kelime ama ne kadar büyük anlamlar taşıyor tıpkı eylemin kendisi gibi. Kimilerince o kadar da abartılmaması gereken bişey olsa da sarılmak, benim için karşımdakini önemsediğimin, ona güvendiğimin göstergesi ve güven benim için hayatımın en olmazsa olmazlarından. Bu yüzden çok sevdiğim biri sarılmayı çok sevdiğimden yakındığında beni ne kadar üzdüğünü bilmiyordu çünkü anlamadığı şey sarılmayı değil, ona sarılmayı sevdiğimdi. Kimilerine göre sarılma isteğinin altında yatan sebep anne karnındaki yumuşaklığa ve sıcaklığı duyulan özlem, kimilerine göre duyguların sessiz hoparlörü gibi bir özelliğe sahip olması, kimilerine göre ise stres topu görevi görmesi sarılmanın. Beni ilgilendiren tek neden verdiği güven hissiyatı sarılmanın. Güvendiğim ve sevdiğim kişiye sıkıca sarıldığımda, aynı güveni ve sevgiyi görüyorsam, huzur buluyor ruhum, yenileniyorum, dinleniyorum, toparlanıyorum bir nevi. Yanında huzur bulduğum insan sayısının bir elin parmaklarına ulaşmadığı zamanlarda, varlığından mutlu olduğum birine doyasıya sarılmanın nesi yanlış olabilir ki?
 Gelip geçici insanlara gelip geçici heveslerle sarılmaktansa, sarıldığım tek bir kişiyi sonsuza dek bırakmamayı isterdim, tabi bırakılmamayı da. Başımı omzuna dayadığımda tattığım huzuru, sarıldığında bana göğsünde kalbinin sesini dinleyerek yaşadığım dinginliği, göğsüme yattığında onun da bana güvendiğini düşünüp hayata dair umutlarımı yeşerttiğim zamanları çok özledim.

Sarılmayı çok özledim.
O’na sarılmayı çok özledim.
O’nu çok ama çok özledim.


17.10.2012

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Boşuna Değil


Boşuna değil
Her dakika seni hatırlayışım
Boşuna değil her akşam
İçime bir garipliğin çökmesi
Bu şehrin bütün sokaklarında
Yana yakıla seni aramam boşuna değil

Boşuna değil pazarları sevmeyişim
Durup durup içimin kararması
Gözlerimin dolması apansız
Boşuna değil
İnan boşuna değil sevdiğim
Bu dalıp dalıp gitmeler
Bu dayanılmaz özlem
Bu sevda boşuna değil

Kolu kanadı kırılmış bir serçeyim senden uzakta
Suyu kesilmiş çeşmeyim
Bir gece lambasıyım kırılmış, sönük
Biliyorum her şey seninle güzel
Her şey seninle büyük
İnan sevdiğim inan

Yıllardır aradığımsın
Ömür boyu beklediğmsin
Ben bir martıyım yalnız, küçük
Sen dalga dalga denizimsin
Koşmak sana doğru
Yaşamak senin için
Ve katlanmak her şeye seninle
Tek başına değil
İnan sevdiğim inan
Seni bunca sevmem
Boşuna değil

Ümit Yaşar OĞUZCAN

25 Haziran 2012 Pazartesi

Öğrendim

Çıktığım adaletsiz yolları gördüm,
Eşitiz demekle eşit olunmadığını öğrendim..
Unutulur denmesiyle unutulmayacağı,
Alışırsın demekle alıştırılamayacağım gibi..
İlişkilerin her zaman işteş olmadığını öğrendim,
Aşkların her zaman karşılıklı olmadığını,
İnsanların aldıklarınca vermeye programlı olmadığını,
Bazı şeylerin zorlamakla olmadığını
Yaşayarak öğrendim.

Acıdan başka bir şey hissetmezken bile
Ayakta dik durup,
İnsanları başarılı bir şekilde kandırabildiğimi öğrendim,
Yalanların benim için zor olmadığını...
Mesafelerin fiziksel olanında
Ciddi yıkım pek görülmediğini,
Asıl sorunun
Duygusal mesafeler olduğunu öğrendim,
Bazen ne kadar uğraşsan da aşamazmışsın onları..

Her bir hayat dersini acıdan almayı öğrendim,
Mutluluktan kendime bir şey katamayacağımı...
Çektiğim acılara şükretmeyi de
İşte böyle zamanlarda öğrendim...


Ceyda TOPUZ
25.06.2012    02:15

16 Haziran 2012 Cumartesi

Çorak

Buralar bize göre değil ey dost,
Biz çorak topraklara ait tohumlarız...
Kaderimiz yeşil bağların, bahçelerin,
Güllerin, çiçeklerin değil;
Kaktüslerin, suya özlemlerin
İçine hapsedilmiş...
Büyümek, yeşermek değil bize göre,
Aslolan çatlatmak bulunduğumuz yeri
Daha derinlemesine...

Ceyda Topuz
31.05.2012   01.15

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Aynalardan Uzakta

Şimdi en açık renginde gözlerin
Şimdi benimlesin tüm kaygılardan uzak
Anlatılmaz bir şey var aramızda hazin
Şiir gibi bir şey seninle yaşamak

Bulutsuz bir gökyüzüdür güzelliğin
Yıldızların en parlak olduğu zamansın
Denizlerim senin kıyılarında sakin
Bırak ellerini avuçlarımda kalsın

Çirkin olan, fena olan ne varsa unut
Gözlerimin söylediği şarkıyı dinle
Ellerimizde sevgi, içimizde umut
Bütün iyilikleri paylaşalım seninle

Aşkın büyülü sesini duyuyor musun
Şimdi onun gülleri açan güz bahçelerinde
Gitme ki günlerimiz gecelerimiz olsun
Çoban kulübelerinde, balıkçı kahvelerinde

Varlığın dudaklarımda bir bal tadı
Yokluğun en korkuncu ölümlerin
Senden başka dindiren olmadı
Acısını içimde kanayan yerin

Benimle kal zaman bitinceye kadar
Benim ol yüzyıllar ve çağlar boyunca
Bir ömürdür seninle geçen dakikalar
Ölümden güçlüyüm sen yanımda olunca

Şimdi öyle büyük ki beraberliğimiz
Nabzın benim bileklerimde vurmakta
Artık bütün kaygıların ötesindeyiz
Benimle en güzelsin aynalardan uzakta


Ümit Yaşar OĞUZCAN

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Adım Adım Hedefime

Neredeyse 4 ay olmuş "Impossible is nothing!" yazısını yazalı. Orada bahsi geçen ilk 6 aylık planımda gerçekleştirmeyi başardığım kısmın yüzdesini görebilmek için oturdum bu kez bilgisayar başına.

Bu 4 ayda iş değiştirmek, eve çıkmak, nispeten daha düzenli bir şekilde yazmak (yalnızca blog değil) gibi zor olarak sayabileceğim hedeflerimi gerçekleştirmeyi başarmışım. İlk işimde 2 sene, ikinci işimde 1 sene geçirdikten sonra ve o 1 seneyi pestil olarak doldurduktan sonra, artık sanırım biraz dinlenmeyi hak etmişimdir. Kastettiğim dinlenme tabii ki yeni iş öncesi tatili değil, daha az gecemi gündüzümü alacak bir işten bahsediyorum. Kendime, zevklerime ayıracağım zamanı ayın belirli günleriyle sınırlı tutmamamı sağlayabilecek bir işe başladım 21 Mayıs itibariyle. Ev değişeli 1 ay oldu, yazılarım ise özellikle hayatımda biri çok büyük bir yer kaplamaya başladığından beri, inanılmaz bir ivme gösterdi. Geriye kalan hedeflerde sapma yok ama azıcık ucundan bir erteleme olduğu gerçeğini gizleyemeyeceğim. Mezuniyet, ehliyet, ingilizce seviyem ve SM yönetimi ile ilgili bilgi düzeyimi arttırmak gibi hedeflerim ise zaman içerisinde ilerlemeye devam edecek. Kendimden tatmin olup da, karşılarına tick atıncaya kadar da içim rahat etmeyecek.

Değişmeyen tek şey, değişimin kendisiyken; olduğum yerde saymaya niyetim yok. Her gün bir adım daha atarak hedefime erişmeliyim.

28 Nisan 2012 Cumartesi

Buçukluk

Bazen kendimi bir Buçukluk gibi hissediyorum, hani şu Hobbit diye bildiğimiz Tolkien'den. Kendisi gibilerden oluşan ufacık bir toplulukta, bildiği tanıdığı dünyada mutlu... O dünyanın dışına adım attığında boyundan çok daha büyük yüklerin altına girebilen ve taşıyabilen de üstelik tek kelime etmeden... Pek çok kimsenin bilmediği, adını duysa bile inanmadığı ya da küçümseyip kaale almadığı... Onların dünyasına ait olmayan birkaç kaçığın yalnızca bilip de sevdiği... Sevdikleri, kaybetmek istemedikleri için elinden gelenden fazlasını yapmaktan çekinmeyen, kendisi gibi olmadıklarının farkında olmasına rağmen dış dünyaya safça güvenen ve bu güveni de genelde sömürülen...

21 Mart 2012 Çarşamba

Yağmur Kaçağı

Elimden tut yoksa düşeceğim
Yoksa bir bir yıldızlar düşecek
Eğer şairsem beni tanırsan
Yağmurdan korktuğumu bilirsen
Gözlerim aklına gelirse
Elimden tut yoksa düşeceğim
Yağmur götürecek yoksa beni

Geceleri bir çarpıntı duyarsan
Telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
Sarayburnu'ndan geçiyorum
Akşamsa eylülse ıslanmışsam
Beni görsen belki anlayamazsın
İçlenir gizli gizli ağlarsın
Eğer ben yalnızsam yanılmışsam
Elimden tut yoksa düşeceğim
Yağmur götürecek yoksa beni.


Attila İLHAN



Gün gelir seversiniz ya birini, kalbiniz biri için atar sırf, yüzünüz o mutlu olunca güler sadece.. Öyle güzel hisleri yaşarken umutsuzluğa kapıldığınız bir an gelir, elinizi tutsun istersiniz sevdiğiniz, işte o an Attila İlhan'ın ustalıkla anlattığı bu andır benim gözümde..

Olur ya dinlemek istersiniz bu güzel şiiri bir de üstadın kendi ağzından buraya tıklayın derim..

17 Mart 2012 Cumartesi

Sevilene...

Kendimden vazgeçmenin eşiğindeyken
Önce sesin beni buldu ıssız sokaklarda
Kendi gölgemden korkup kaçarken
Kolların sardı bedenimi buz gibi gecede

Yüreğimin çığlıklarını bastırdı sesin
Bedenimi acımasız ellerden sakındı bedenin
Cennetlerin en yaşanılasına çevirdi dünyamın rengini
Ruhunun saf ve duru güzelliği.

Amaçsızlığın soğuk hançerini aldın elimden
Umutsuzluğu söküp attın bedenimden
Uzak diyarlardan bir pınar misali aktın hayatıma
Yeniden doğmamı sağladı hayat enerjin

Ben yokum artık buralarda
Seninle bütünleştim ummadığım bir anda
Baktığımız her yerde, gördüğümüz her şeyde
Birbirimizin olduk beden ve ruhumuzla.

24.02.2012 11:15
Ceyda TOPUZ

31 Ocak 2012 Salı

Bir Nefes Düş Gibi

Bazı duygular vardır, anlaşılır sadece.
Sevenin sevdiğini bilmesi kadar, sevilen de anlar sevildiğini.
Sevgi her zaman belirli kelimelerle söylenmez.
Çoğu defa bir bakış yeter de artar bile...
Yeryüzünde hiç bir kuvvet insanoğlunu
Sevme hakkından alıkoyamaz.

Sevmek çoğu zaman var olmaktır.
Sonunda bizi yok olmaya götürse bile.
Ben şimdi varım ve seni sevmek hakkımı kullanıyorum.
Sen bile buna karşı koyamazsın.
Sana gelinceye kadar sonu gelmez bir arayıştı sevgilerim.
Bir zaman başkalarında aradım seni,
Başka yüzlerde, başka ellerde aradım.
Aldandım, fakat bir gün seni bulmak ümidimi kaybetmedim.

Nasıl olsa gelecektin bir gün
Ve işte geldin de!
Bana tatmadığım hüzünleri tattırmaya,
Bilmediğim kederleri öğretmeye geldin.
Acıdan yana ne kalmışsa yaşamadığım,
Hepsini bir bir sen yaşatacaksın bana.
Bir gün yaşamanın gereksizliğini de senden öğreneceğim.

Bu selin akışını hiçbir şey durduramaz artık.
Ummadığım ve ummadığın bir anda çıktın karşıma.
Coşkun ırmaklar gibi, amansız seller gibi geldin.
Mutlaka yıkarak ve benden birçok şeyleri
Beraberinde sürükleyerek gideceksin.
İşte o zmaan yoklukların
En dayanılmazı ile karşı karşıya kalacağım.

Er geç gideceksin; beni anlayamadan,
Beni sevemeden gideceksin.
Yalnız bir iç kırıklığı kalacak senden,
Tesellisiz bir hüzün kalacak.
Yıllardır aradığım sendin
Ama sen gittikten sonra başkasını aramayacağım.
Gelmeyecek bile olsan, ömrümün sonuna kadar arardım seni
Ama geldin bir kere; ister bilerek gelmiş ol, ister bilmeden...

Geldin ya!
Şimdi herşey güzel seninle.
Yürümenin, konuşmanın,
Nefes almanın bir başka anlamı var artık.
Sen varsın ya, her şey bambaşka gözlerimde...

Ümit Yaşar OĞUZCAN

30 Ocak 2012 Pazartesi

Impossible is nothing!

   Uzun bir aradan sonra hayal kuran, adımlar atan, birşeyler isteyen, arzulayan, istediği şeyler için çekingen, sessiz sakin durmayan bir kız olarak oturuyorum bu bilgisayarın başına... Sanki biri beni hapsetmiş duvarların arkasına, kendim olacağım günü beklemişim karanlıkların ardında gibi... Oysa beni benden başka engelleyen yokmuş, kapıma kilidi kendim vurmuşum, hayallerimi ben baltalamışım bardağın hep boş yanına bakan insanları dinleyerek... Kendime güvensiz oluşum yetmezmiş gibi, çevremin beni bir hayalperest gibi görmesine ve bunu dile getirmesine izin vermişim. Bunların hepsini uzunca bir zamandır yapmışım, yapmıştım bilinçsizce bir kısmını da...
 
   Şimdilerde görmeye başladım kendimi sanki duvarlarımın arasından içeri beni gözetleyen kamera sızmışcasına. Mükemmel olmadığımın, hatta mükemmellikten çok uzak olduğumun farkındayım, ama dilediğim şeyleri başarmam için ihtiyacım olan özellik mükemmellik değil, zamanı geri almak dışında hiç bir şeyin, durumun, olasılığın gerçekleşme ihtimalinin "0" olmadığına olan inanç. Yıllardır her nasılsa ara ara aklıma getirip, bolca görmezden geldiğim Adidas'ın o son derece anlamlı sloganını hayat felsefesi yapmak, benim başarımın anahtarı olacak.

   İlk aşama hedefler koymaktı mesela. 6 aylık, 1 yıllık, 5 yıllık hedeflerimi belirledim kafamda. Kendimi görmek istediğim yere ulaşmak için tüm imkanları araştıran, gerekli bağlantıları kurmamı sağlayacak her etkinliğin içine karışan, mali kaynaklarını kullanma konusunda zevkleri kadar geleceğe yatırımı düşünen biri olacağım 2 sene boyunca. Sonraki 3 sene ise, bu emeklerin yemeğini yiyeceğim. Başaramayacağım şey yok hedeflerimin arasında... "Hiç de göründüğü kadar kolay değil" diyenlere inat, doğru bir planlama ve doğru yönde doğru şekilde gelişim ile geçtiğimiz 5 sene boyunca kendi çapımda ertelediğim başarı kapılarını aşındıracağım. İmrendiğim yazardan daha iyisini yazacağım, mantığına bayıldığım araştırmacıdan daha derin bir araştırmayı yürüteceğim, kendimden tatmin olana kadar döngüyü durdurmayacağım...

   Üstelik ilk kez bu tarz bir yazıyı yazarken hiçbir şey yapmamış değilim. Mesela şu anda kafamda hangi sektörde çalışmak istediğim belli, hatta 5 yıl sonra ne tarz bir firmada hangi departmanda olacağım bile... Üstelik CV'mi bu çizeceğim yola göre şekillendirdim ve sektöre geçiş çalışmalarıma bile başladım. Bu iş olmazsa, bu kez yılmayıp sektörün başka bir şirketine gideceğim. Network kurmak bir şirkette işe başlamak kadar tekdüze değil, çok çeşitli yönlere çekilebilir esnek bir kavram... Ben de maksimum sınırlarını zorlayacağım networkün. Zira bununla ilgili adımlarımı da atıyorum bu aralar... Diplomayı aldıktan hemen sonraki sürece ertelediklerim var, şimdiden başlayacaklarım, boş zamanlarımı oyun oynamak veya amaçsızca dizi izlemek yerine yararlı, fikirlerle dolduracak, yeni bakış açıları katacak aktiviteler var. Tek yapmam gereken içeriği doğru seçmek boş zamanımda...

   Yeni yılın sadece 1 ayı geride kaldı bu kez ben karar verene kadar bunlara.. Yeni bir sürü başlangıca kapımı açarken, kendime yeni bir başlangıç yapmamın da zamanı gelmişti galiba... Her bir gerçekleşen adımımda, duvarlarımdan kurtulup, kendime bir adım daha yaklaşmış olacağım...

   Daha güzel günlerde, daha dolu, daha canlı, daha heyecanlı bir ruh haline selam olsun şimdiden...