16 Ocak 2011 Pazar

Güçlü Olmak...

Bugün güçlü kadınlar üzerine aşağıda okuyacağınız yazıyı buldum tesadüf eseri... Aslında benim güçlü olmak üzerine düşünmeye başladığım zamanda zincirleme olayların son halkası oldu diyeyim bu yazıyı keşfedişim...

İlk olarak çevremdeki kızların yüksek çoğunluğunda gördüğüm bir erkeği tavlama güveni dışında bir kendine güvenin olmayışı dikkatimi çekti. Elbette durup dururken değil, benim kendime çok güvendiğimi, bir çok erkeğin böyle bir güvene pek hoş yaklaşmayacağını söyleyen bir arkadaşım farketmemi sağladı... Haksız olmadığını gördüğüm anda dikkatimi benim gibi olan arkadaşlarım çekti, hepimizin çevresinde erkeklerin de azımsanmayacak sayıda olduğu bir dostluk çemberi vardı.

Kafamı bu düşünceden uzaklaştırmaya çalışıyordum dizi izleyerek, bir de ne göreyim: How I Met Your Mother'da Robin kendisine azalan ilgilerden bahsederken, Ted tarafından kendisine -ya da bir erkeğe dmeek daha doğru- ihtiyaç duymamasıyla suçlanıyor(!). Kendisine aşık olan Barney'nin Robin'i "Şu ana kadar tanıdığı en hayret verici, güçlü, özgür kadın" olduğunu teselli edişi bittiğim an oldu... Nasıl olur da çapkınlığın kitabını yazan Barney, "özgür,güçlü kadın"a aşık olurdu? Özgür ve güçlü olmak yalnızlığı veya çapkın bir erkeği mi getirebiliyordu yanında yalnızca? Aklı başında, aşk ve evlilik isteyen erkek hep kendisine ihtiyaç duyulmasına mı muhtaçtı?

İşte tam da bunları düşünürken buldum aşağıdaki yazıyı... Umarım beğenirsiniz...


GÜÇLÜ KADINLAR

Güçlü kadınlar vardır, her işlerini kendileri halletmeye çalışan.. Anne babaları... tarafından böyle yetiştirilen. Onlar kendi paralarını kendileri kazanmak isterler. Evdeki tüm tamirat, tadilat işlerinden anlarlar. Bir erkeğe mecbur kalmadan da hayatlarını devam ettirebilirler. Faturalarını kendileri yatırırlar. Hemen hemen tüm işlerini kendileri yaparlar. Hatta etraflarının yükünü de üstlenirler. Özgürlüğü severler, dik durmayı da, güçlüdürler çünkü...
Âşık olduklarında hissederek yaşarlar. Aşklarına kurallar koymadıkları gibi büyük beklentilere de girmezler. Sevdiklerine problem çıkarmazlar. Bütün gün çalışıp durduktan sonra, akşamları yorgun da olsalar sevgilileri buluşalım dediğinde, hemencecik hazırlanıp sevgililerinin onları evden almalarına gerek kalmadan, o her neredeyse onun olduğu yere giderler.

Çoğu zaman sevgililerinin ya da kocalarının haberi bile olmaz yaşadıkları sıkıntıdan, yansıtmazlar çünkü. Para var mı, işyerinde sıkıntı mı oldu, birine canı mı sıkıldı, hiç bunlarla yormazlar birlikte oldukları erkeği. Çünkü istemezler kimse onlara acısın. Sonra da bir bakarlar ki, bu kadar dik durmanın ve sorun çıkarmamanın karşılığında gerçekten de kimse onlara acımaz. Bu durum zamanla gelenekselleşir ve acınmama ile sorun çıkarmama hali yaşam tarzına dönüşür. Ezkaza dayanamayıp sorunlarını paylaşmaya kalksalar, bu sefer de sorunlu kadın, kaprisli kadın, tahammül edilmez kadın damgasını yerler. Bu yüzden de terk edildiklerinde bile hiç seslerini çıkarmaz bu güçlü kadınlar! Terk eden erkek de bilir onun ne kadar güçlü olduğunu ve onsuz da yaşayabileceğini, içinde yaşadığı fırtınalardan bihaber. Sonra bir dosttan, eşten, ya da tanıdıktan duyarlar ki onu terk eden erkek gitmiş, muhtaç yaşamak zorunda olan biriyle beraber olmaya başlamış. Erkekler çok severler böyle kadınları. Birinin ona muhtaç olduğunu görmek bir çok duygusunu okşar erkeğin. Onlara kendini erkek gibi hissettirir! Bu zayıf kadınlar erkeklere bağımlıdır.

Mesela fatura filan yatıramazlar, anlamazlar çünkü. Nereden yatırılır onu da bilmezler. Ev ya da yemek alışverişi de yapmazlar, çünkü taşıyamazlar onca torbayı. Hep yorgun olurlar, bütün gün spor salonları, kuaför, o mağaza, bu mağaza gezerler. Akşama yemek yapmaya fırsat bulamazlar. Akşam eşleri eve geldiğinde, bugün nereye yemeğe gidelim, diye sorarlar. En kötü ihtimal dışarıdan yemek söylerler. Zayıf kadınlar doğurdukları çocuğa bakacak gücü de kendilerinde bulamazlar, pamuklar içinde yaşamaya alışmışlardır bir kere. Kendilerini hep altın tepsi içinde sunarlar. Huysuzluk da ederler, ama bu erkeğin hoşuna gider, çünkü kadın ona muhtaçtır, söylenmeyen güçlü kadının aksine, hiçbir şeyi beğenmedikleri gibi devamlı da mutsuzdurlar. Pek teşekkür etmezler, kıskançlık krizlerini de severler Kocasının ve sevgilisinin hayatlarını karartırlar. Erkekler bu kadınları asla terk edemezler. Çünkü o güçsüz, kırılgan bir kadındır. Ayrılırsa kurda kuzuya yem olur. Koruyup kollanmalıdır her an o!.

Zayıf kadınlar hiç çökmez, buruşmaz ve yıpranmazlar. Ancak işin ilginç yanı her zaman daha değerli olanlar da onlardır. Ve geride kalan güçlü kadınlar tüm bunların nasıl gerçekleşebildiğine sadece bakakalırlar.

AYLİN KOTİL SARIGÜL

3 Ocak 2011 Pazartesi

İçimdekiler

Korku değil içimdeki;
Salt acı gerçeği biliyor olma hissi,
Kabullenme hali olanca çıplaklığıyla durumu...
Herhangi bir umut, beklenti yok içimde;
Dört yanı duvar olan bir odada,
Olmayan gölgemi aramıyorum artık.
Her türlü arayıştan vazgeçtim hatta,
Ruh eşimi, sonsuz bilgiyi,
Hayatımın anlamını, amacımı bile...
Sadece yaşamaktan ibaret hayatım,
Göğsümü sıkıştıran bir ağrı olmaksızın,
Nefes alıp verebilmek önemli özgürce...

İstek değil içimdeki;
Son çırpınışları ruhumun
Batarken en derine...
Bir şey isteyecek güç yok içimde;
Delik deşik olan bir evde,
Sahte sıcaklıklara yer yok artık.
Gelen yolgezerlere de kapalı evim,
Yerleşip kalmayı sevenlere de;
Sadece ev sahibi olanlar kalır artık içeride...
Mevcut koşullarda mevcut kişilerle
Kafamı kurcalayan sorular olmaksızın
Sevmek ve sevilmek gerekli delice...

Endişe değil içimdeki;
Yaşanmışlıklarla kaplanmış
Gerçekçi bir karamsarlık hali...
Kafaya takılacak bir şey de yok;
Doğum ve ölüm kadar sıradan olan hayatlarda,
Yalnızlığı düşünmeye ziyan edecek zaman yok artık.
Yalnızlığını paylaşmaya gelen de olmaz,
Sessizliği bölecek biri de olmaz;
Bir başınalık sarar insanın her yanını...
Kavgalarını yalnız kendiyle edebilip
Kimseye katlanmak derdi olmaksızın
Dilediği gibi davranabilmeli umarsızca...

Yok işte bunların hiçbiri,
Yalnızca sensin içimdeki...
Ceyda TOPUZ

Sahibini Arayan Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan

Aramak.. Ömür boyunca aramak.. Yalnız seni aramak.. Paslı teneke kutularda, küf kokan dolaplarda, çerçevelerde, tenhalarda, ağaç diplerinde, sonra vapurlarda, trenlerde hep seni aramak.. Belki bu şehirde değilsin.. Ne çıkar..? Seni arıyorum ya.. Belki de aynı sokakta evlerimiz, sabahları beni görüyorsun işime giderken.. Sonra akşamı bekliyorsun, alacakaranlığı.. Beni bekliyorsun yada bir başkasını, bir başkasını..

Hiç gel demeyeceğim sana.. Aramak neredeyse ben oradayım.. Ayaklarım ne güne duruyor..? Yok yok birden karşıma çıkma.. Kaç saklan Seni aramak istiyorum..

Git bu şehirden haydi git.. Dağlara çık, o uzak dağlara.. Rüzgarların krallığında hüküm sür.. Baktın ki oraya da geldim, yine kaç.. Başını al açıl denizlere. Gemilerin en güzeli, en büyüğü dilediğin limana götürmeli seni, dilediğin yerde demir atmalı.. Ben küçük bir balıkçı kayığı ile peşinden gelsem yeter.. Seni arıyorum ya..!

Bir yıl, beş yıl, on yıl değil; beşikten mezara kadar aramalı insan, ama ne aradığını bilmeli.. Yaklaşıp uzaklaşmalı aradığından.. Okyanus dalgaları üstünde bir küçük tekne gibi alçalıp yükselmeli.. Yalınayak koşmalı yollarda, ayaklarını sivri taşlar kesip kanatmalı.. Çöllerden geçmeli yolu, yanmalı kavrulmalı.. Sonra gözün alabildiğine ak, soğuk ülkelere düşmeli.. Buzlar kırılmalı ayaklarının altında, üstüne kar yağmalı..

Bir gün bulacaksam bile parça parça bulmalıyım seni.. Ayaklarını Afrika'dan getirip bir kağıt üzerine yapıştırmalıyım.. Saçların Sibirya’da olmalı dudakların Çin’de.. Gözlerin Hindistan'da bir mabudun gözleri olmalı.. Ellerin İtalya'da bir heykelin elleri.. Bulursam seni parça parça bulmalıyım.. Yine de bir yerin eksik olmalı.. Yeniden yollara düşmeliyim, onu aramalıyım..


Ayrılık diye bir şey yok.. Bu bizim yalanımız.. Sevmek var aslında, özlemek var,
beklemek var.. Şimdi nerdesin..? Ne yapıyorsun..? Güneş çoktan doğdu.. Uyanmış
olmalısın.. Saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi..? Öyleyse ayrılmadık..
Sadece özlemliyiz ve bekliyoruz..!


Zamanı hatırlatan her şeyden nefret ediyorum.. Önce beklemekten.. Ömür boyunca ya bekliyor ya bekletiyor insan.. İkisi de kötü, ikisi de hazin tarafı yaşantımızın.. Bir çocuğun önce doğmasını bekliyorlar, sonra yürümesini, konuşmasını, büyümesini.. Zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasını, kanunlara saygı göstermesini, insanları sevmesini, aldanmasını, aldatmasını bekliyorlar.. Ve sonra ölümü bekleniyor insanoğlunun..

Ya o..? Ya o..? İnsanlardan dostluk bekliyor, sevgilisinden sadakat, çocuklarından saygı ve bir parça huzur bekliyor, saadet bekliyor yaşamaktan.. Zaman ilerliyor, bir gün o da ölümü bekliyor artık..Aradıklarının çoğunu bulamamış, beklediklerinin çoğu gelmemiş bir insan olarak göçüp gidiyor bu dünyadan.. İşte yaşamak maceramız bu.. Yaşarken beklemek, beklerken yaşamak ve yaşayıp beklerken ölmek..! Özleme bir diyeceğim yok.. O kömür kırıntıları arasında parlayan bir cam parçası.. O nefes alışı sevgimizin, kavuşmalarımızın anlamı.. O tek güzel yönü bekleyişlerimizin. İnsanlığımız özleyişlerimizle alımlı, yaşantımız özlemlerle güzel..

Özlemin buruk bir tadı var, hele seni özlemenin.. Bir kokusu var bütün çiçeklere
değişmem.. Bir ışığı var.. bir rengi var seni özlemenin, anlatılmaz.. Verdiğin bütün acılara dayanıyorsam; seni özlediğim içindir.. Beklemenin korkunç zehiri öldürmüyorsa beni; seni özlediğim içindir.. Yaşıyorsam; içimde umut varsa, yine seni özlediğim içindir..

Seni bunca özlemesem; bunca sevmezdim ki..!...

Ümit Yaşar Oğuzcan