30 Kasım 2012 Cuma

Ölümcül Duyarsızlık


   Çok zamandır aklımı epey kurcalardı ölüm denen illet. Son zamanlarda bu konuda gerek konuşmamak, gerek (çok şükür) yakın çevremden birini kaybetmemiş olmak veya arkadaşlarımın da bir yakınlarını kaybetmiyor oluşu sanırım bir süredir engellemişti beni bu konudan. Bugün ofiste bulunmadığım bir dakika içerisinde sevdiğim bir arkadaşın, kuzeninin vefat haberi gelmiş tüm kat sakinlerinin kulağına. Bana ağlayanın kim olduğu sorulduğunda öğrendim ben de yaşanan hadiseyi. Durdum ve hiçbir şey demedim. Üzüldüm sadece bir an. Oldum olası yakını kaybeden birine ne diyeceğimi bilemezdim aslında, çünkü biliyorum ağzımdan çıkan hiçbir söz, karşımdaki insan için teselli veya güzel gelmeyecek, ya anlayışsız olacağım, ya da pollyanna.

   İşin daha kötüsü bu kez beynim "Ne var ki bunda? İnsanlar doğar, insanlar ölür." diye bir mesaj yolladı bir an bilincime. İşte o an kendime kızmakla acımak arasında bir noktaya gittim. Mezarlık yanından geçerken bile içi acıyan, filmlerde sevdiği karakter ölünce ağlayan, ama kendi babasının cenazesine gitmemiş, babası, dedesi, babaannesi ölünce ağlamamış bir insan olmaktan bir kez daha utandım. Bu duyarsızlık kendi gerçeğimden kaçışın bir simgesi miydi o an? Yoksa sadece ölümün hayatın gerçeği olduğunu mu kabul etmekti? İkincisi olduğunu hiç sanmıyorum nedense. Bağ kuramamışlıktı belki beni ağlamaz,duygusuz kılan zamanında, ama bu durum değil ölmesi, kılına zarar geldiğini bilsem ağlayacağım birkaç insan olduğunu değiştirmiyor...
   Belki ölüme duyarsızım, belki de insanlara, bilemiyorum. Belki hayata dönmemin yolu, o yıllardır kaçındığım, korktuğum mezarlığa girmekten geçiyordur. Belki de arkadaşımın kuzeninde olduğu gibi, genç yaşımda da ölebileceğimi kendime bir kez daha hatırlatıp, sevgilerimi söylemektir kurtuluşum. Aklıma bunu her düşündüğümde Behçet Necatigil'in 'Sevgilerde' şiiri geliyor:


Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı.

   Çirkindir gerçekten dar vakitlerde sevgileri söylemek, ama ebediyete göç vakti geldiğinde sevdiğinizin, söylemediklerinizin yol açacağı can acısı, emin olun daha çirkindir. Geride kalanın sevildiğini bilmemesi de keza hoş değildir, hep merak içindedir ne kadar sevildim, sevildim mi diye... Babasıyla neredeyse anısı olmayan ve sevildiğini hiç bilmeyen bir ilk göz ağrısı olarak eminim bundan.

   Siz, siz olun, bırakın bilsin karşınızdaki değer verdiğinizi, en fazla gururunuza ufacık bir çentik yersiniz, içinizdeki keşkeleri süpürmenin o çentikten daha önemli olduğunu ilerde göreceksinizdir eminim. Bazen açık kelimelerle söylemeseniz bile, belli edin en azından onu düşündüğünüzü anlatan vurgularla, ona inandığınızı anlatan güven dolu sözlerle. Elbette karşınızdakinin bu cümleleri açıkça duyması kadar etkili olmaz çünkü her zaman imalarınızın karşınızda tam olarak kastettiğiniz anlamı oluşturup oluşturmadığını bilemezsiniz, ama en azından denemiş olursunuz...

27 Kasım 2012 Salı

Yılların Eskitemediği Bir Yazı...

"O’nun ilk aşkı olmayabilirsin, son aşkı da; hatta bir tanesi de. Daha önce aşık oldu, tekrar olabilir. Ama şu an seni seviyorsa daha ne olabilir ki? Tıpkı senin gibi, o da mükemmel değil ve ikiniz birlikte asla mükemmel olamayabilirsiniz. Ama şayet o seni güldürebiliyorsa, iki kez düşündürebiliyorsa -kabul edersin ki; insanlar hata yaparlar- onu seninle tutmaya çalış ve ona verebileceğin herşeyi ver. Seni günün her anında düşünmüyor olabilir ama sana kırabileceğini bildiği bir parçasını verecektir, kalbini. Yaralama onu, değiştirmeye çalışma, çözümlemeye kalkma ve verebileceğinden fazlasını bekleme. Seni mutlu ettiğinde gülümse, kızdırdığında fark etmesini sağla ve yokken özlediğini bil..."

-Bob Marley

25 Kasım 2012 Pazar

Hayata Anlam Katan Bir Adam

   Biraz geç kaleme alınan bir yazı bu, bir de yazılan kişi bunu muhtemelen asla okumayacak. Yine de söylemeli insan sevgilerini, değerlerini ki; sevildiğini bilmenin verdiği mutluluğa, huzura, doygunluğa ulaştırsın karşısındakini...
   Öyle bir adam oldu ki hayatımda, hiç bir şey beklemeden, en değerli hazinesini sundu bana: zamanını. Bu yüzdendir ki, her aklıma düştüğünde minnetle anarım kendisini. Rüyalarıma girdi kimi zaman nemli gözlerle yataktan sıçratarak... Bir kere el kaldırdı yalnızca, ki onda da ben kaşınmıştım zaten. Ayrı kalması üzdü, ulaşmaya çalışmanın verdiği stres eritti... Çok zaman sonra tekrar karşısında belirdiğimdeyse, hissettiğim hüzün elle tutulacak cinstendi.
   "Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum" cümlesine Hz.Ali'nin, ekleyebileceğim bir sürü şey var, ama kısaca sırf ben değil, dayım, dedem, ananem birleşip 40 yıl köle olsak, yine de hakkını ödeyemeyiz sevgili ilkokul öğretmenimin. Hani bazı insanlar vardır, hayatınıza sadece güzellikler katmak için girdiklerini hissedersiniz, benim ilkokul öğretmenim o adamlardan biriydi benim için. En kötü günüm olduğunu bile bilmediğim bir günde, elini sıkı sıkı tutmuş, sonraki 3,5 sene boyunca da, sol elinin küçük parmağını teneffüslerde bile rahat bırakmamıştım. "Kızım" demişti bana bir kez, belki öz babam söyleseydi bile bu kadar anlamlı olmazdı benim için o söz, sırf bu yüzden evden kaçıp onun evine eşyalarımı taşımayı düşündürdü benim çocuk aklıma..
   Yazmayı öğretti, okumayı aşka dönüştürdü. Sahneye çıkartıp roller verdi, hep yaşlı nineydim ama biliyordu ki ruhum da daha çocukken bile aslında yaşlanmıştı hızlıca hayatın birkaç oyunundan sonra... Matematik kafam olduğunu keşfedip, beni daha da iyi yapmaya ilk çabalayan o'ydu. İlk şiirimi de o yazdırdı, yıllar sonra kendine yazılacak şiirden habersizce üstelik... Beni dershanelere gönderen, sınavlara sokan, birinci olduğumda tebrik eden, bilgi yarışmalarında okul temsiline gönderip, başarısız olup onu utandırdığımı düşündüğümde bile gözyaşlarıma kucak açan o'ydu. İlk güvendiğim erkekti, son güvendiğim erkeği bile anlatabildiğim erkek oldu.
   Daha 1 ay bile olmadı ama yine özledim onu. Hele bir de dün öğretmenler günü olunca ve insan ilkokul arkadaşıyla buluşunca, kaçınılmaz oluyor özlem... Hücreleriniz sayıklamaya başlıyor bir anda çılgınca.... "Çok yaşa!" diyorsunuz böylesi sevdiğiniz o insana, "Çok yaşa Zeki Çelik" ve izin ver de "Ben de göreyim..."

18 Kasım 2012 Pazar

Hasret

Sabah olmayı bilmez yokluğunda geceler
Gönül sevişine hasret
Dilim adını söylemekten yorgun
Gözlerim bakışına hasret
Arar dururum sesini,nefesini her yerde
Kulaklarım selamına hasret
Mutlu olduğunu bilsem de uzaklarda
Ruhum yanında mutsuzluğa bile hasret

18.11.2012    05.00
Ceyda TOPUZ

Hani gecenin bir saati uyanıverirsiniz ansızın, aklınızda tek bir kelime yankılanmaktadır sıçrayarak uyandığınız uykudan yadigar... Bu gece öylesi bir geceydi benim için...

12 Kasım 2012 Pazartesi

Self-construction

Geçen hafta çok kızdım kendime bir sürü farklı nedenle, en başta da nasıl olup da kendimi bu kadar ihmal edebildiğime... Hayallerimden uzaklaştım, kendime yabancılaştım, kendimi tanıyamaz, tanınamaz oldum. Durdum bir an ve düşündüm, hayatımın devam etmesini istiyorsam, ben bu halde kendimi sever miyim diye sormalıydım kendime ve aldığım cevap beni tatmin etmedi. Ben de hayatımda böylesi negatif birini istemezdim yanımda. Şu an kimsenin beni istemesinde gözüm yoksa da, bu gidişle istediğim zaman geldiğinde olamayacak da kimse. Bir pause tuşuna bastığımı fark ettim hayatımda ve kaldığım noktayı bulup devam etmek üzere sözleştim kendimle, derdim içimi kemirse de, ben bu derdi kimseyle paylaşamasam da... Çünkü biliyorum ki, hangi çukura ne şekilde düşersem düşeyim, yine tırnaklarımla kazıyarak, avuçlarımı kanatarak, dizlerimi yırtarak tek başıma çıkmak zorundayım. Hayatımın bir sürü evresinde yaptığım şekilde... Hatta insanlara neden güvenmekte zorlandığımı hatırladım bu vesileyle, acıyla.

En başında sorumluluklarımı daha fazla esnetmeden, yapılması gerekeni yapılması gereken yer ve zamanda bitirip, omzumdaki yükten kurtulmak konusunda daha kararlı ve istikrarlı bir duruş sergilemeliydim. Her ne kadar geçtiğimiz aylara göre çok daha yoğun bir şekilde aileme karşı olan asıl sorumluluğuma odaklanmışsam da, gelen mezuniyet hediyeleri vb artık bu dönemin hayatımda ciddi bir dönemeç olduğunu çarptı yüzüme. Bir basamağı atlamalıydım ki, öğrenmeye başladığım yabancı dili de daha baskın bir şekilde ilerleterek, hayalini kurduğuım şirketin kapısından içeri adımımı atabileyim. Kendi çabalarımla öğrenmeye başladığım dile, atlatmam gereken sınavlar bitene dek ara verdim ki tam anlamıyla odaklanabilip, en azından en alt seviyeden başlamak zorunda olmayayım seneye gideceğim kursta. Konserlere, alkole biraz ara vereyim ki, ehliyete bir an evvel kavuşayım ve bir de üstüne pasaportu da alarak karakoldaki işlemlerden yırtayım :) . Üniversitenin bana kattığı dostlara daha bir özen göstermeliyim, hem geri kazandığım bazı dostlar için, hem de temellerini yeni attıklarım için bir daha asla sınırsız güvenmeyeceksem de...


Elbette daha gencim ve düşlediğim herşeyi yapacak çok zamanım olacak önümde, ancak hayata sırf bir büyük acı yüzünden ara vermiş olmak istemiyorum. Üstelik bu acının tüm yıpranımını tek kişinin yaşıyor olması daha da incitici...
Hak ettiğim daha iyi yaşamı, evde oturup kafamı, beni üzenlere odaklamak yerine, beni mutlu edebilecek, beni geliştirebilecek eylemlere odaklayarak kendimden mutlu olmanın yolunu bulmak daha doğru bir yol olacaktır, eminim. Üstelik kendilerine fırsatlar yaratan ya da fırsat bulup biraz da çevresinin müdahaleleriyle (ki açıkçası her çeşit desteğimi esirgemediğim, kişilerin en az kendisi kadar yakaladıkları fırsatları kullanabilmeleri için uğraştığım insanlar oldu ve şu an o fırsatların keyfini sürüyorlar) bir şekilde hayatlarını benden daha keyifli yaşayan insanlardan daha az hakediyor değilim, yıllardır hayatımda ayakta durmak için gösterdiğim çabalarla. Zaman hakkımı isteme zamanı, bunun için de hak ettiğimi en başta kendime ve sonra çevreme kanıtlama zamanı...

Durum için güzel bir şarkı ekleyeyim size, House MD dizisinden, Christina Aguilera'nın muhteşem yorumundan Beautiful. Özellikle "We are the song inside the tune/Full of beautiful mistakes" dedikçe kalbime bıçak saplamaktadır.



8 Kasım 2012 Perşembe

Bakmak vs. Görmek

   Bakmak aramak, görmek ise bulmak gibidir çoğu zaman. Gördükleriniz, bakışlarınızın seçtiği gerçekliklerden bilincinize atabildiklerinizdir. Bazen tek bir kelimedir aradığınız yüzlerce kelimelik metinlerin içerisinde ve görürsünüz de kelimenizi ama başını sonunu bilinçle görmeden, yalnızca bakarak. Cımbızlamanızı sağlar bir nevi, işinize yarayacağını sandığınızı şeylere bakmak. Gördükleriniz hep daha azdır baktıklarınızdan, ama hiç mi hiç takılmazsınız buna, sallar geçersiniz..
   Aradığınızı bulmak için, günlerce haftalarca didik didik edersiniz, incik cincik edersiniz aradığınız yerleri... Gördüğünüz bazen bir seraptır, ama kimse ilk bakışta serabı tanıyamaz ya, siz de tanıyamazsınız. Doğru olduğuna inanıp inanmama kararsızlığı yaşarsınız... Biraz şekli bozulmuş bir cismi, kendi kafanıza göre yontarsınız, o çılgınca bulma telaşıyla. Yıkıp, dökersiniz ortalığı, bilerek ve isteyerek. Rutine bağlasa bile aramanız, sizin için o tek seferlik, tek bir eylem oluverir, günler boyunca ısrarla aradım demek yerine aradım dersiniz sanki tüm o günleri yok sayarcasına. Siz ister sayın, ister saymayın, bir an açıp baktım, gördüm ve kapattım bile deseniz, geçen takvim yaprakları gerçektir, sizin diliniz söylemeye varmasa da, her gününüzü o şeyleri aramakla geçirdiğiniz gerçeği değişmez.
   Bulduğunuzda bile sonu gelmez, rutininiz olmuştur artık. Çok bakmış, gördüğünüzü sanmış, ama asla gerçekliğe ulaşamamışsınızdır, tıpkı Titanic buzdağına çarpmadan önce nasıl gerçek boyutu görülmemiş, sadece sezilmişse, yarattığınız dağınıklığın su yüzündeki kısmı işte öyle yanıltıcıdır. Ya denizin dibini boylarsınız ve ölüme mahkum edersiniz birçok masumu göremedikleriniz, doğru bakamadıklarınız yüzünden; ya da şanslı bir şekilde sağ çıkarsınız bu arbededen, ama yitik, mahzun, boynu bükük...
   Gerçekçi olmayı bilmek lazım işte böyle bişeylere bakarken. Hayatın bir film şeridi gibi gözünün önünden çıkarken de bakmak değil, görmelisiniz hatalarınızı siz de. Sadece görmek yetmek, kendinize ve çevrenize karşı dürüst olup yeri geldiğinde hatalarınız için özür dilemelisiniz bir de. Ben daha film şeridimi görmedim ama hatalarımı görmeye başladım yalnızca bakmanın ötesine geçebilip, çoğunu da itiraf ettim kendime. İnsanlara? Doğru yer ve doğru zamanı bekliyorum genelde. Aylar süren bir küslüğe son verdim mesela daha iki gün önce, eski bir dostla kucaklaştım doyasıya. Gaza gelip de 4 senelik dostluğa sırt çevirmiş olmanın acısı hiç dinmemişken, bu sarılış iyi geldi. Konuşabileceğim, dinlenebileceğim ve yaptıklarım, düşündüklerim için eleştirilmeyeceğim bir dostun dönüşüne şenlikler yarattım kafamda, yarın bir kahveyle kutlamalar gerçeğe dönecek. Dostluğa ara vermişiz gibi düşün dedi dönüş cümlesi olarak, böyle bir barışma cümlesine nasıl hayır denebilir ki, hele ki böylesi ihtiyaç anında...

7 Kasım 2012 Çarşamba

Bir Gün Anlarsın


Uykuların kaçar geceleri, bir türlü sabah olmayı bilmez.
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya,
Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında
Ne çarşaf halden anlar ne yastık.
Girmez pencerelerden beklediğin o aydınlık.
Onun unutamadığın hayali,
Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine.
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu.
Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin.
Gün gelir de sesini bir kerecik duyabilmek için,
Vurursun başını soğuk taş duvarlara.
Büyür gitgide incinmişliğin kırılmışlığın.
Duyarsın,
Ta derinden acısını, çaresiz kalmışlığın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin.
Niçin yaratıldığını.
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini.
Uzun uzun seyredersin aynalarda güzelliğini.
Boşuna geçip giden günlerine yanarsın.
Dolar gözlerin, için burkulur.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların.
Sevilen gözlerin erişilmezliğini.
O hiç beklenmeyen saat geldi mi?
Düşer saçların önüne, ama bembeyaz.
Uzanır, gökyüzüne ellerin.
Ama çaresiz,
Ama yorgun,
Ama bitkin.
Bir zaman geçmiş günlerin hayaline dalarsın.
Sonra dizilir birbiri ardına gerçekler, acı.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın hayal kurmayı;
Beklemeyi, ümit etmeyi.
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi.
Lanet edersin yaşadığına...
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın.
O zaman bir çiçek büyür kabrimde, kendiliğinden.
Seni sevdiğimi işte o gün anlarsın.


 Ümit Yaşar OĞUZCAN

 *Bugün Ümit Yaşar Oğuzcan günü ilan etmiştim sabahtan, neden bilmem aklıma ilk bu şiirini okumak düşmüştü. Tekrar hatırladım neden sevdiğimi bu şairi... Beni bana anlatıyor adam resmen..

5 Kasım 2012 Pazartesi

Çok Sevmek


Bizi kandıran o şarkılar, o mavi gece
O sıcaklığı beyaz ellerin, o ilk bakış
Sebepsizliğin sebep olduğu şafak vakti
O çok sevmek gecelerde o çaresiz aldanış.
Uzayan saçlar, alnında avuçlarımızın
İşte o, insanın bir yerde, aşka boyun eğmesi
Kırılmak, bölünmek, o hep bütünlenmek
O çok sevmek, tenin bir başka tene değmesi.
Yanmak mı o eski çağlarda yanmak
Kül olup savrulmak rüzgara karşı
İlk kesilmişliği mağrur ellerimizin
O çok sevmek, kanımızın o ilk akışı.
İşte pınarlar, testiler, ırmaklar, çeşmeler
Kanlı avuçlarla içmek aşkı kanmadan
O kıyılarımızdaki denizin ilk coşkunluğu
O çok sevmek büyütmek onu hep, orada o zaman

Kazımak ulu ağaç gövdelerine adımızı
Yazmak her şeyi bir bir kumların üstüne
O her işkenceye mahkum olmuşluğumuz
O çok sevmek, daha çok sevmek günden güne.

Öyle delicesine, öyle korkunç, öyle çılgın
O çok sevmek o yanardağ, o ateş, o yangın...


 Ümit Yaşar OĞUZCAN

Deli Olmak İşten Değil


Düşüncem var, dağlar kadar
Deli olmak işten değil
Bende kış, alemde bahar
Deli olmak işten değil

İşiten yok, ağla bağır
Tanrı dilsiz, alem sağır
Düşünceler öyle ağır
Deli olmak işten değil

Arzu, o bitmeyen yarış
Kara toprak sona varış
Ömür dediğin bir karış
Deli olmak işten değil

Sonsuzluğa giden gemi
Sürükler de düşüncemi
Vehim sarar her gecemi
Deli olmak işten değil

Karanlık mal oldu bana
Gerçek hayal oldu bana
Dostlar! bir hal oldu bana
Deli olmak işten değil.


 Ümit Yaşar OĞUZCAN

4 Kasım 2012 Pazar

Hayatı Iskalama Lüksün Yok - Mehmet Coşkundeniz


Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.

Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan “Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?” diye bir soruyla bile karşılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.

Sen, “Ama senin için şunu yaptım” derken o, “şunu yapmadın” diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. “Peki o ne yaptı” deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.

Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. “Acılara tutunarak” yaşamayı Öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki…. Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası….

Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir. Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yaşadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini…

MEHMET COŞKUNDENİZ