Çok zamandır aklımı epey kurcalardı ölüm denen illet. Son zamanlarda bu konuda gerek konuşmamak, gerek (çok şükür) yakın çevremden birini kaybetmemiş olmak veya arkadaşlarımın da bir yakınlarını kaybetmiyor oluşu sanırım bir süredir engellemişti beni bu konudan. Bugün ofiste bulunmadığım bir dakika içerisinde sevdiğim bir arkadaşın, kuzeninin vefat haberi gelmiş tüm kat sakinlerinin kulağına. Bana ağlayanın kim olduğu sorulduğunda öğrendim ben de yaşanan hadiseyi. Durdum ve hiçbir şey demedim. Üzüldüm sadece bir an. Oldum olası yakını kaybeden birine ne diyeceğimi bilemezdim aslında, çünkü biliyorum ağzımdan çıkan hiçbir söz, karşımdaki insan için teselli veya güzel gelmeyecek, ya anlayışsız olacağım, ya da pollyanna.
İşin daha kötüsü bu kez beynim "Ne var ki bunda? İnsanlar doğar, insanlar ölür." diye bir mesaj yolladı bir an bilincime. İşte o an kendime kızmakla acımak arasında bir noktaya gittim. Mezarlık yanından geçerken bile içi acıyan, filmlerde sevdiği karakter ölünce ağlayan, ama kendi babasının cenazesine gitmemiş, babası, dedesi, babaannesi ölünce ağlamamış bir insan olmaktan bir kez daha utandım. Bu duyarsızlık kendi gerçeğimden kaçışın bir simgesi miydi o an? Yoksa sadece ölümün hayatın gerçeği olduğunu mu kabul etmekti? İkincisi olduğunu hiç sanmıyorum nedense. Bağ kuramamışlıktı belki beni ağlamaz,duygusuz kılan zamanında, ama bu durum değil ölmesi, kılına zarar geldiğini bilsem ağlayacağım birkaç insan olduğunu değiştirmiyor...
Belki ölüme duyarsızım, belki de insanlara, bilemiyorum. Belki hayata dönmemin yolu, o yıllardır kaçındığım, korktuğum mezarlığa girmekten geçiyordur. Belki de arkadaşımın kuzeninde olduğu gibi, genç yaşımda da ölebileceğimi kendime bir kez daha hatırlatıp, sevgilerimi söylemektir kurtuluşum. Aklıma bunu her düşündüğümde Behçet Necatigil'in 'Sevgilerde' şiiri geliyor:
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı.
Çirkindir gerçekten dar vakitlerde sevgileri söylemek, ama ebediyete göç vakti geldiğinde sevdiğinizin, söylemediklerinizin yol açacağı can acısı, emin olun daha çirkindir. Geride kalanın sevildiğini bilmemesi de keza hoş değildir, hep merak içindedir ne kadar sevildim, sevildim mi diye... Babasıyla neredeyse anısı olmayan ve sevildiğini hiç bilmeyen bir ilk göz ağrısı olarak eminim bundan.
Siz, siz olun, bırakın bilsin karşınızdaki değer verdiğinizi, en fazla gururunuza ufacık bir çentik yersiniz, içinizdeki keşkeleri süpürmenin o çentikten daha önemli olduğunu ilerde göreceksinizdir eminim. Bazen açık kelimelerle söylemeseniz bile, belli edin en azından onu düşündüğünüzü anlatan vurgularla, ona inandığınızı anlatan güven dolu sözlerle. Elbette karşınızdakinin bu cümleleri açıkça duyması kadar etkili olmaz çünkü her zaman imalarınızın karşınızda tam olarak kastettiğiniz anlamı oluşturup oluşturmadığını bilemezsiniz, ama en azından denemiş olursunuz...